Uzun yıllar NATO’da görev yapan Dr. Suat Dönmez, CENTCOM Komutanı General Joseph L. Votel’in sözlerinin, Türkiye’yi bir kabile devleti gibi görme anlayışının tezahürü, ülkenin itibarına yönelik yapılmış bir saldırı olduğunu söyledi.
Türkiye 15 Temmuz gecesi FETÖ’cü cuntanın kalkıştığı darbe ve işgal girişimini, milletin feraseti, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın cesareti, TSK, Emniyet ve MİT’teki vatan aşıklarının olağanüstü çabası akamete uğrattı. Ülke bu kanlı kalkışmanın yaralarını sarmaya çalışırken ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General Joseph L. Votel, “ABD’nin Türk ordusundaki yakın müttefikleri tutuklandı. Birçok Türk liderle ve askeri liderlerle ilişkilerimiz var. Gelecekteki ilişkilerimiz adına endişeleniyorum” açıklamasında bulundu.
Bu sözlere sert tepki gösteren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “İnsan biraz sıkılır. Bunun kararını vermek senin haddine mi? Sen kimsin? Bir defa haddini bileceksin. Kendini bileceksin. Sen benim ülkemdeki yapılan bir darbe girişimine yönelik kalkıp bu darbe girişimini püskürten bu devlete demokrasi adına teşekkür edeceğine, tam aksine darbecilerin yanında yer alıyorsun. Zaten darbeci senin ülkende” diye seslenmişti. Sonrasında ABD cephesinden yapılan açıklamalar da zevahiri kurtarmaya yetmemişti.
NEDİR BU CENTCOM?
CENTCOM nedir? Yapısı nasıldır? Devlet hiyerarşisindeki yeri nedir? Emir-komuta nasıldır? Ne iş yapar? Başındaki general kimdir? Ettiği bu sözlerin özgül ağırlığı nedir? Bütün bu sorulara yanıt bulmak için kariyerinin önemli bir kısmını NATO’da geçirmiş olan Dr. Suat Dönmez’le konuştuk…
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya çapında küresel bir güç olarak ortaya çıkan ABD, dünyayı 6 coğrafi bölgeye ayırdı. Bu 6 bölgenin her birini, bir komutanlığa sorumluluk bölgesi olarak verdi. İşte bu CENTCOM da Kuzey Afrika’da Mısır, Ortadoğu’nun tamamı ve Orta Asya’dan sorumlu komutanlıktır. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı, orijinal adıyla United States Central Command” (CENTCOM)… Bu komutanlık, altı bölgesel cephe komutanlığından biridir. ABD’de CENTCOM gibi 5 tane daha bölge komutanlığı vardır. Bu komutanlıklar, dünyanın her hangi bir yerinde, kendi sorumluluk alanlarında bulunan bir bölgede askeri harekat planlayıp icra etme kabiliyetine sahiptir. Yanlış anlaşılmasın bunun kararını kendi başlarına alamazlar; burada kastedilen planlama yapmaya ve emir verildiğinde icra etme kabiliyetine sahip olduklarıdır. Normal zamanda bu komutanlıklar kendi, sorumluluk alanında istihbarat toplar, bilgi edinir, analiz yapar, sosyolojik ve kültürel yapıyı vesaire hepsini inceler. Buna siyasi ve askeri gelişmeler de dahil… Belli aralıklarla da kendi sorumluluk bölgelerindeki gelişmelerle ilgili olarak Pentagon’a rapor sunarlar.
Eğer bu sorumluluk alanlarında siyasi otorite, her hangi bir askeri operasyon yapmaya karar verirse, bu komutanlıklar, zaten önceden planlamaya başlamıştır ve süratle o bölgede görev icra edebilirler. Bu komutanlıklar, doğrudan doğruya Savunma Bakanlığı kanalıyla Başkan’a bağlıdır. Altı tane bölgesel komutanlık, üç tane de fonksiyonel komutanlık olmak üzere toplam 9 tane bu şekilde komutanlık var Amerika’da…
KENDİ BİRLİĞİ YOK!
Bunlara bağlı birlikleri var mı? Muharip unsurları var mı?
Bu komutanlıkların barış zamanında kendilerine bağlı kara, deniz, hava veya özel kuvvetler gibi muharip birlikleri yoktur. Bunlar planlama ve icra yeteneğine sahip karargâhlardır sadece… Kendi bölgelerinde bir askeri harekât icra edecekleri zaman kuvvet ihtiyaçlarını tespit ederler. Plan Pentagon ve Başkan tarafından onaylanırsa bu kuvvetler onlara tahsis edilir. Plan hayata geçirilip görev tamamlandığında birliklerin hepsi iade edilir. Adı geçen altı komutanlığın da işleyişi böyledir. Bunların hiç birinin kendi savaşçı birlikleri yoktur. Onlara tahsisi edilen birlikleri savaş hazır hale getirme, eğitme ve donatma görevi ise, kara, deniz hava gibi kuvvet komutanlıklarındadır.
IRAK SAVAŞI CENTOM KOMUTASINDAYDI
Irak Savaşı CENTOM’un komutasında yürütüldü o zaman?
Evet. Irak’taki harekatı, Amerikan Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapmaz. Irak’tan kim sorumlu: CENTCOM.
Son 20-30 yılda gördüğümüz bütün operasyonlar, Körfez Savaşı, Irak, Afganistan, Somali açıklarında yapılan deniz ve hava harekatları, Afrika’daki diğer bütün harekatları yapan bu komutanlıktır. Körfez Savaşı’yla birlikte ön plana çıkan bu komutanlık deyim yerindeyse Ortadoğu ile yatar Ortadoğu ile kalkar. Amerikan diğer istihbarat birimleriyle de işbirliği yapıp sürekli alternatif planlar geliştirirler. Hazırladıkları raporlarla siyasi otoriteyi bilgilendirir. Gelişmeleri değerlendiren siyasi otoritenin kararında askeri tavsiyeler de belirleyici olur. Diyelim ki siyasi otorite, Irak’a müdahale etmeye karar verdi; “Biz Irak’a girebilir miyiz? Girersek neler yaşanabilir? Maliyeti ne olur? Başarılı olur muyuz? Ne kazanır, ne kaybederiz?” gibi soruların yanıtlarını ister onlardan.
Büyük çaplı deniz aşırı harekâtlarda operasyonun her ayrıntısının hesaplanması gerekir. Bu tür operasyonları da orta ölçekli ülkeler değil ancak küresel güç konumundaki ülkelerin orduları yapabilir. Binlerce askeri, araç, gereç, mühimmatı sevk ediyorsunuz. Lojistik, eğitim, ikmal vesairesi maliyet demek. Büyük bir teşkilat ve yeteneklere sahip olmayı gerektirir. Geçmişte Kosova ve Bosna’daki operasyonları NATO yapmıştır ama içeriğine bakıldığında bunun daha çok Amerikan yetenekleri olduğunu görürüz. NATO, Amerika olmaksızın, diğer üye ülkelerle bunu yapamazdı.
GENELKURMAY BAŞKANI KUVVET KOMUTANLIKLARININ KOORDİNATÖRÜ
Bu komutanlıkların Amerikan Genelkurmayı ile ilişkileri nasıl? Hiyerarşik yapıda Genelkurmay nerede duruyor? Emir-komuta nasıl sağlanıyor?
Genelkurmay başkanı, Amerikan Başkanına daha yakın pozisyondadır ve danışmanlık yapar. Aynı zamanda kuvvet komutanlıklarının da genel koordinatörüdür. Doğrudan doğruya muharip, görev alma ve icra etme pozisyonunda değildir. Yukarıda belirtilen 6 bölgesel cephe komutanlığından herhangi birisine de komuta etmez. Bu komutanlıklar doğrudan doğruya Savunma Bakanı kanalıyla ABD Başkanına bağlıdır. Bütün askeri unsurlar da sivil otoriteye bağlıdır.
Kuvvet Komutanlıklarının buradaki görevi, kendi birliklerini savaşa hazır duruma getirmektir. Kuvvetlerin eğitilmesi, donatılması ve teçhiz edilmesini sağlar. Yetki verildiğinde biraz önce bahsi geçen bölgesel komutanlıklardan kendisine iletilen kuvvet ihtiyacını oraya tahsis eder, görev bittiğinde tahsis ettiği kuvveti geri alır.
Türkiye hangi komutanlığın sorumluluk alanında?
Türkiye, coğrafi olarak aslında NATO’nun sorumluluk alanında. NATO’nun sorumluluk alanı da Amerikan kuvvetlerinden, Avrupa komutanlığının sorumluluk alanına girer. Avrupa kuvvetlerinin komutanı, aynı zamanda NATO’nun da komutanıdır. United States European Command (EUCOM) da aslında NATO’nun komutanıdır ve Amerika’nın Avrupa’dan sorumlu komutanıdır. EUCOM da tıpkı CENTCOM gibi bir komutanlıktır ancak görev alanı Avrupa’dır.
Dolasıyla Türkiye, bu komutanlığın (CENTCOM) sorumluluk alanında değildir. Ancak Suriye, Irak, Ortadoğu’daki bütün operasyonlar bu komutanlığa bağlıdır. Son dönemde yapılan operasyonlarda bizim topraklarımıza birlik konuşlandırdıkları için bizimle ilişkileri var… Bu birliklerin bizim topraklarımızda konuşlandırılmasında bir sıkıntı olursa operasyonlarının başarısız olabileceği endişesi taşıyorlar.
General Vottel’in açıklamasının arka planında yatan sebep bu mu?
“İncirlik’te benim birliklerim var, ben Irak’taki operasyonlarımın tamamını oradan yönetiyorum” diyerek korkusunu açığa vuruyor. Korkusu Türkiye’deki durum nedeniyle İncirlik’te bir sıkıntı yaşanması.
CENTCOM’UN KİŞİLERLE İŞ TUTMA ALIŞKANLIĞI VAR
Yaptığı açıklama aslında isimler üzerinden yapılan bir açıklama değil miydi?
Şimdi neden böyle bir ifade kullanmış olabileceği konusuna bakalım. CENTCOM’un Kuzey Afrika’da Mısır, Ortadoğu’nun tamamı ve Orta Asya’dan sorumlu komutanlık olduğunu söylemiştik. Şimdi bu ülkelere şöyle bir bakalım. Bu ülkelerin hiç birisinde, bizim anladığımız anlamda, ciddi bir demokratik yapılanma yok. Hatta Irak, Suriye, Yemen gibi ülkelerde ciddi boyutlarda iç karışıklık var. Farklı etnik grupların, farklı mezheplerin olduğu çok aktörlü toplumlar.
Bu komutanlığın da çalışma alanı hep bu ülkeler olmuş. Bu ülkelerde kurumlar yerli yerine oturmadığından CENTCOM’da görev yapanlar da kurumlardan daha ziyade kişi ve gruplarla iş yapmayı, farklı aktörlerle plan yapmayı alışkanlık haline getirmiş durumdalar. Kurumlar güçlü olmadığı için A, B, C şahsını falan bağlayıp onlarla iş tutmaya alışmışlar. Buradan hareketle biraz tepeden bakan bir yapıları olduğunu söyleyebiliriz. Bu benim gözlemim. CENTCOM’u konuşuyoruz; Türkiye’yi de pek iyi tanıdıklarını düşünmüyorum.
Bunların doğrudan komutanlık alanları değil, sorumluluk alanları değil Türkiye… Genel anlamda Türkiye’yi çok iyi tanıdıklarını düşünmüyorum. CENTCOM ve EUCOM günbegün beraber çalışmazlar. Hepsi savunma bakanlığına bağlı ve birbirlerinden ayrı. Mutlaka ihtiyaç duyduklarında görüşürler. Kendi aralarında bir hiyerarşi falan da yoktur. Değişik bir yapı olduğu için anlaşılması da biraz zor.
SON DERECE MESNETSİZ VE TUTARSIZ
Türkiye’de kurumsal yapı ve devlet geleneği son derece güçlüdür. Adı geçen diğer ülkelerle kıyaslanmayacak kadar güçlüdür. Türkiye’de kurumsal yapılarda A şahsı gider, B şahsı gelir, bir şey fark etmez. Kişilerden bağımsız devlet politikası, kurumsal yapılar önemlidir. Siz bir ülkeyle uluslararası ilişkilerinizi belli bir politikada geliştirmeye karar verdiyseniz, ilişkileriniz o mecrada gider. A şahsı olmuş, B şahsı olmuş fark etmez. General Votel’in “Bizim beraber çalıştığımız bazı kişiler de enterne edildi, ayrıldı, tutuklandı. Bundan sonra oradaki harekâtımız konusunda endişe ediyorum” şeklindeki sözleri bu anlamda bana göre son derece mesnetsiz ve tutarsızdır.
BU YAPILAN TÜRKİYE’YE HAKARET
Bu söylemi sadece tutarsız okumak doğru mu? Sonuçta bu içeriye sızan yapı, kurumsal çerçevede değil de bunlarla bireysel olarak çalışmış olamaz mı?
Tabi bu olabilir ama onu şu an bilemiyoruz. Elimizde bir veri yok onunla ilgili. Ama bu olmamıştır demek mümkün değil. Burada vurgulamak istediğim uluslararası ortamda ve bu seviyede “Biz bunlarla çalışıyorduk, bunlar gitti; sıkıntıya düşeceğiz” demesi yanlış. Bana göre Türkiye’ye hakaret içeren bir açıklama. Bizi böyle bir kabile devleti gibi görme anlayışıdır bu. Türkiye’nin itibarına da yönelik bir saldırıdır.
BİR KURGU DA OLABİLİR
Bu noktada planlı bilinçli mi söyledi, yoksa doğaçlama mı ona da bakmak gerek. Bunu anlayabilmek için videonun orijinalini izledim. Doğrudan çıkıp yapılmış bir açıklama değil. Güvenlik konulu toplantıda moderatörün sık sık araya girip sormasıyla gelinen bir noktada yapılmış bir açıklama gibi görünüyor. Fakat daha önceden planlanmış bir kurgu da olabilir.
Eğer bu kurguysa CENTCOM’un darbecilerle bir işbirliği söz konusu olabilir mi?
Bunu söyleyebilmek için veri lazım. Bu durumun bir an önce aydınlığa kavuşturulması için istihbarat unsurlarına ciddi anlamda iş düşüyor; çalışmaları lazım. Bunun emareleri olabilir ama bunu konuşmak için kesin bir tanı koyabilmek için veri gerek. Veri olmadan uluslararası arenada karşı tarafı doğrudan suçlayamıyorsunuz.
Ancak hangi açıdan bakılırsa bakılsın yine de yapılan açıklamayı son derece talihsiz ve yakışıksız buluyorum. CENTCOM komutanının ne bulunduğu makama ne de bulunduğu mevkiye yakışan bir açıklama. Türkiye’ye yönelik son derece küçültücü olan bu yaklaşım hiçbir şekilde kabul edilemez.
Fakat ABD askeri sisteminin mevcut yapısına baktığımızda, bu komutanlığın mevcut yapı içerisindeki yerine baktığımızda doğrudan doğruya bütüne mal etmemiz çok doğru olmayabilir. Ayrıca hatırlanacağı üzere Amerikan Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford, Ankara’ya geldi. Açık bir şekilde darbe girişimine karşı ve Türk milleti ve hükümetiyle dayanışma içerisinde olduğunu söyledi. Terörist darbe girişimini en güçlü şekilde kınadığını belirtti. Bunun güçlü bir şekilde dillendirilmesi olumlu bir gelişme.
VERİLERİ BULUP ÖNLERİNE KOYMALIYIZ
ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford ile mevkidaşı Hulusi Akar arasında “kanıt” konuşması geçtiği basına yansıdı. ABD, darbeyi bu örgütün yaptığına inanmıyor mu? Bu yaklaşımı nasıl okumak gerek?
Artık burada olay, kanıt aramayı falan geçmiştir. Son derece net bir şekilde yaşadığımız bir olay var. Biz şunu çok iyi biliyoruz ki Türkiye, tarihindeki en büyük tehditlerinden biriyle karşı karşıyadır. Bu Silahlı Kuvvetlerin içerisine yuvalanmış bir terör örgütünün, önce Silahlı Kuvvetleri, arkasından da devletin tamamını ele geçirmeye yönelik gözü dönmüş bir kalkışmasıydı. Şimdi kalkıp da “kanıt” demek son derece temelsiz. Olay bu tarafta gayet net.
Şimdi bunu bir tarafa koyup olaya dışardan uluslararası analist gözüyle bakıldığında onların bir takım başka saiklerle konuştuklarını düşünebiliriz. Bunlara yoğunlaşmak, araştırmak ve analiz etmek gerekir. Tek bir ifadeye istinaden “kesin olarak şöyledir” şeklinde bir tanı koymak mümkün değildir. Uluslararası konular son derece karışıktır ve tesir eden birçok faktör vardır.
Burada yapılması gereken “onların yaklaşımının neden böyle olabileceğine dair” verilere ulaşmak, karşılarına daha sağlam bir şekilde çıkmaktır. Olayın uluslararası tüm boyutlarını ortaya koyabilecek tarzda incelenmesi gerekir. Biz ne kadar kendimizin haklı olduğunu düşünsek bile diğer tarafları ikna edemedikçe ve onlara söyleyecek şey bırakmadıkça uluslararası alanda başarılı olamayız.
BİLMİYOR OLMASI MÜMKÜN DEĞİL
Bunca ülkeyi analiz eden, o kadar ülkeye girip çıkan Amerika, bu örgütün darbe girişiminde bulunduğuna inanmıyor olması bir saflık değil mi?
Değil. İnanmıyor olması da bilmemesi de mümkün değil.
ABD tarihine baktığımızda dünyanın birçok yerinde bu tür operasyonlar planladığını biliyoruz. Bu bilgiden hareketle bunun olabilme olasılığı yüksek. Ama dediğim gibi biz Türkiye olarak sağlam verilerle bunu ortaya koymalıyız. Çünkü sadece söylemle uluslararası alanda taraftar bulmak zordur. Söylemden çok somut verilerle hareket etmemiz gerek.
NATO KARIŞAMAZ
Bu darbe girişiminin hemen ardından ABD bekledi, NATO genel Sekreteri Jens Stoltenberg kerhen bir kınama yayınladı; Avrupa Birliği de sessizliğe büründü. Hatta NATO’nun Türkiye’de olası bir iç çatışma durumunda buna müdahil olabileceği dillendirildi. Bunları nasıl okumak lazım?
NATO kendi üye ülkeleri, dışarıdan gelecek tehditlere karşı korumak üzere kurulmuştur. Yani kurumsal olarak içerideki hadiselere müdahale etme gibi bir fonksiyonu yoktur. NATO, II. Dünya Savaşı sonrası Sovyetler Birliği’nden (Bugünkü adı Rusya Federasyonu) gelebilecek bir tehdide karşı Avrupa’nın savunulması için güvenlik amaçlı olarak Avrupa ve Amerika öncülüğünde kuruldu.
Dolayısıyla NATO’nun sorumluluk alanı üye ülkelerin oluşturduğu coğrafyanın sınırlarının toplamıdır. Bu sınırları dışarıdan gelecek silahlı saldırılara karşı koruma görevi vardır. İçerideki olaylara karşı bir etkisi yoktur. Hatta iki NATO üyesi olan Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar ve bu kapsamda zaman zaman yaşanan gerginlikler de NATO’nun sorumluluk alanı dışındadır.
O BİR MAŞA ARKASINDA BAŞKALARI VAR
Bu açıklamanın ışığında peki biz, NATO ve Avrupa’nın bu sessizliğine duygusal mı yaklaşıyoruz?
Bu noktada şu ayrımı da yapalım: Bu olan biten tamamen Türkiye’nin içerisinde, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) yaptığı bir hadise değildir. O bir maşa. Aslında mutlaka bunun arkasında birileri var. Bir devletler topluluğu veya bir devlet vardır. Bunların istihbarat örgütleri, ajanları, danışmanları vardır. İşte benim biraz önce verilerle ortaya konulması gerektiğini söylediğim şey budur.
TÜRKİYE KİLİT ÜLKE ÜZERİNE OYUNLAR OYNANIYOR
Soğuk savaşın bitimiyle birlikte son 20 – 30 yıl içerisinde Ortadoğu’da çok büyük hamleler yapılıyor. Türkiye de hem Ortadoğu’da hem Avrasya coğrafyasında kilit ülke konumunda. Gerek soğuk savaş, gerek soğuk savaş sonrası ve gerekse Rusya’nın son hamlelerinin olduğu yakın dönemlerin hiç birisinde Türkiye bu stratejik önemini kaybetmemiştir.
Dolayısıyla uluslararası sistemin yapısı ne olursa olsun, konjonktür nasıl olursa olsun Türkiye hep stratejik öneme sahip bir ülkedir. Bu yüzden bizim üzerimizde oynanan oyunlar hep olacaktır. Bunu önlemenin yolu, yetişmiş, vatansever kadrolarla uyanık olmak. Başka bir yolu yoktur.
Bu bölgede çıkarı olan ülkelerin hem istihbarat örgütleriyle, hem diğer gizli faaliyetleriyle Türkiye ve bölge üzerindeki oyunlarından vazgeçmelerini beklemek saflık olur.
ABD İADE ETMEZSE İLİŞKİLER CİDDİ ZARAR GÖRÜR
Bütün bu yaşananların ardından Türkiye-ABD ilişkileri nasıl etkilenir?
İki ülke arasındaki ilişkilerin seyrini, ABD yönetiminin bu örgüte karşı yaklaşımı ve Fethullah Gülen’in iade talebine yanıtı belirleyici olacak. İade etmemesi durumunda ilişkilerin ciddi anlamda hasar görebileceğini değerlendiriyorum. İade etmesi durumunda ilişkilerde bir sorun yaşanmaz. Tamamen Amerika’nın tavrına bağlı.
Eğer ABD, Türkiye’nin güvenlik endişelerini, beka problemiyle karşı karşıya olduğumuzu anlar, ülkemize çok büyük bir zarar vermiş olan bu örgütle ilgili talebe olumlu yaklaşırsa, ilişkiler normal seyrinde gider. Aksi halde kısa vadede ilişkiler ciddi anlamda hasar görecektir.
İlişkilerin zarar görmesi iki taraf için de bir takım kayıplara sebep olacaktır. ABD’nin mutlak bir suretle Türkiye’nin karşılaştığı tehdidin ciddiyeti konusunda samimi olduğunu göstermesi gerekir. Sonrasında Türkiye, ABD ile olan ilişkilerinde daha olumlu bir hareket tarzı izleyebilir.
İNCİRLİK’İ KAPATIRSIN AMA…
Bu tür olaylarda ABD’nin adı ne zaman anılsa “kapatın şu İncirlik’i” deniliyor. Bu mümkün mü?
Teorik olarak mümkündür. Ancak reel politiğe uygun bir şey olmadığını düşünüyorum. Uluslararası ilişkilerde reel politiğin çok şey dikte ettirdiğine inanırım. Çünkü Türkiye’nin bu stratejik ortaklığı sürdürmekte birçok çıkarı var; karşı tarafın da var. Bu karşılıklı kazan kazan ilişkisine dayanır.
Burada şunu sormak lazım: İncirlik’i kapatırsın tamam… Müşterek bir ittifak içinde olduğun ve hâlihazırda birlikte birçok faaliyeti yaptığın Amerika ve NATO ile bütün bağını kesmeye hazır mısın? Eğer bunu yapacaksak yepyeni bir güvenlik yapısı dizayn etmemiz lazım. Bu çok ciddi bir politika değişikliğidir yani öyle kolay karar verilip söylenecek bir şey değil.
Sizce ufukta var mı böyle bir politika değişikliği?
Benim gördüğüm kadarıyla yok. En azından yapılan beyanatlarda böyle bir emare yok.. Çünkü bu olursa o zaman başka bir ittifaka, başka bir gruba, başka bir coğrafya ve güvenlik sistemine ait olursunuz; bunun başka bir açıklaması yok.
Rusya’yla Türkiye’nin başını çekebileceği bir yapılanma olabilir mi? Mümkün mü bu?
Bu bir tür siyasi karardır… Siz böyle bir karar verirseniz yaparsınız; bunun engeli yok. İrade meselesidir. Bunu uzun uzun düşünmek lazım. Şimdi gündeme geldiği için konuşuyoruz. Bunun bir altyapısını düşünmek lazım. Ama uzun yıllardır içerisinde olduğunuz bir ittifak, bundan kaynaklanan bir konseptiniz, doktrinleriniz ve eğitim, donatım, ortak işbirlikleri, savunma ekonomisi ve sanayi vb. birçok pratikleriniz var. Bunu böyle kısa bir sürede çevirmek kolay değil. Bu sisteme öyle bir angaje olmuşsunuz ki bunu şak diye kesip bir anda atamazsınız.
Bundan bir süre önce bir röportajda Türkiye’yle Rusya’nın karşılıklı bağımlılıkları var, iki ülke birbirinden kolay kolay vazgeçemez, şu anda bu iş belki böyle görünebilir ama yakın vadede bunun çok rahat aşılacağını düşünüyorum demiştim. Bunları söyledikten üç dört ay sonrada işte bu noktaya geldik.
Bu süreçten sonra Türkiye’nin NATO ilişkilerinin nasıl olacağını düşünüyorsunuz?
Bu süreçten sonra Türkiye’nin NATO kapsamındaki ilişkilerinde büyük bir değişiklik olacağını değerlendirmiyorum. Çünkü Türkiye’nin NATO’ya yükümlülükleri vardır, NATO’dan da beklentileri vardır. İki tarafta bu yükümlülükleri ve sorumluluklarına sahip çıktığı sürece sorun yaşanmayacaktır. Ayrıca Türkiye NATO’nun her seviyede bütün karar alma mekanizmalarının içinde yer almaktadır. Siyaseten biz bir irade beyanında bulunup da farklı bir tarafa gitmediğimiz takdirde hiçbir sıkıntı olmaz. Ama siz siyaseten başka bir yöne giderseniz o zaman ilişkilerde bir takım soğuma, dondurma, pazarlık gibi şeyler olur.
NATO içerisinde yer alan ülkeler içerisinde darbeden haberdar olanların var olduğunu düşünüyor musunuz?
NATO’nun kurumsal olarak bu işin içerisinde olması konusunda çok emin değilim. Ama NATO’yu oluşturan ülkelerin kurumlarına baktığımızda aynı şeyi söyleyemem. Onların bilgisi ve ilgisi olabilir. Olmamasını düşünemiyorum.
YENİ BİR ORDU AMA NASIL
Darbe girişiminin ardından bu terör örgütünün 40 yılı aşkın bir süredir orduya sızdığı anlaşıldı. 15 temmuz sonrasında ise şu görüntü ortaya çıktı: İçeride bir ordu; orduya karşı sokağı koruyan bir millet! TSK ile ilişiği kesilen, hapse giren subaylar var. Askeri liseler kapatıldı, Genelkurmay Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı… Yeni ordu yapılanması nasıl olacak?
Bu örgüt sadece TSK’ya değil devletin bütün kurumlarına girmişler, her tarafa kümelenmişler, ciddi makamları ele geçirmişler. Hala hangi boyuttalar onu da bilmiyoruz açıkçası. Bunların bütün devlet kurumlarına ciddi şekilde sızdıklarını görüyoruz. Silahlı kuvvetleri ele geçirmek önemli, hayati bir konum kendileri açısından.
Sivil kurumlarda bu insanların büyük çoğunluğu üç aşağıya beş yukarıya biliniyor. Kendilerini gizlemeyip açık ettikleri için zaten belli yerlere de gelmişler. Ama silahlı kuvvetlerde açık ettikleri zaman sistemin dışına atılacaklarını bildikleri için kendilerini tamamen gizlemişler. Bir yer altı teşkilatı gibi çalışmışlar.
Kumpas davalarıyla orduya çok ciddi darbe vurdular. O hukuksuzlukların her türlüsünü görmedik mi? Bunlar sivildeki stratejilerinden farklı olarak Ordu’da hep gizli kalmışlar. Ta ki kendilerine görev verilene kadar.
Bunlar sivil halka silah kullanan gözü dönmüş katiller, bunların askeri deneyiminden falan bahsetmek mümkün değil. Soruları çalarak, başkalarının ittirmesiyle ve himayesiyle bir sisteme girip çeşitli kademelere yerleştirilmiş liyakat sahibi olmayan kişilerin sistemden çıkarılması kabiliyet anlamında sisteme büyük zarar vermez.
Aslında Balyoz ve Ergenekon süreci de biraz daha hazırlık süreci miydi?
Aslında evet. TSK’ya ve Türkiye Cumhuriyeti’ne yargı yoluyla darbe vurmanın birinci süreci Balyoz, Ergenekon vb. kumpas davalarıydı. Birçok vatansever, liyakat sahibi insan sistemin dışına atıldı. Görünen o ki oralara kendi elemanlarını doldurup önemli kademelerdeki birçok yeri ele geçirmişler.
Dolayısıyla siz buradaki açığın çok uzun sürmeyeceğini düşünüyorsunuz?
TSK’nın kurumsal yapısı çok kuvvetlidir. Kurumsal algısı itibariyle devletine, vatanına, milletine bağlılığı son derece sağlamdır. İçerisinde mikroplar olabilir. Mikropları temizlersin yapı tertemizdir. Gerektiğinde vatan, millet uğruna gözünü kırpmadan ölümüne gider. Kalkıp da kendi halkına ateş açan devlet görevlisi kılığındaki teröristler yüzünden koskoca, iki bin yıllık mazisi olan böyle bir orduya yazık etmemek gerekiyor. İtibarını sarsmadan kurumsal kimliğine zarar vermeden bunu yapmak lazım.
Bugün dünyadaki güçlü ülkelere baktığınızda, hepsinin güçlü bir ordu ve güçlü bir ekonomiyle büyük ülke olduklarını görüyoruz. Yani ordusu, ekonomisi güçlü olmayan ülkeler, dünya sahnesinde çok fazla yer alamaz. Bu anlamda bu yapılan, bize en büyük kötülüktür, darbedir. Bu süreçte ülke adeta iç savaşa sürüklenmeye çalışılmış ancak, halkın sağduyusu, siyasilerin olgun yaklaşımı bunun önünü kesmiştir.
Yalnız burada basın olarak sizden bir ricam var: Benim tanıdığım, çok sevdiğim arkadaşlarım, TSK’nın içerisinde bu darbecilere direnirken şehit oldu. Onların direnci, darbe girişimi seyrinin değişimdeki etkili faktörlerden biri oldu; darbecilerin amacına ulaşmasını büyük oranda engelledi. Onların hakkının mutlaka teslim edilmesi lazım. Bu ordu bizim ordumuz ve sadece bir tane ordumuz var. İki bin yıllık ecdat yadigarı bir ordu. Buna halel getirmek olmaz. Üç beş tane kendini bilmez terörist yüzünden asla ve asla buna müsaade etmememiz lazım. Aynı şekilde Emniyet Teşkilatının da bu uğurda şehitler verme pahasına büyük gayretlerini de burada vurgulamak gerekir.
B planları olabilir mi?
Olabilir, mümkündür ama yaşadığımız coğrafyada ayakta kalabilmek için uyanık olmak zorundayız. Yani karşınızdakinin planı ne olabilir diye düşünüp analiz edip buna karşı alternatif çözümler ve karşı planlar hazırlamanız lazım. Yaşadığımız coğrafyada ülkemizin birliğine ve bütünlüğüne yönelik her türlü tehditle nereden gelirse gelsin baş edebilmek için çok çalışmamız ve liyakat sahibi olmamız gerekir.
Şunu da vurgulamak isterim: Türkiye şu anda olağanüstü bir durum yaşıyor. Yaşadığımız çok büyük bir hadise… Öyle böyle değil. Ülkelerin başına birkaç yüzyılda bir gelebilecek bir hadiseden bahsediyoruz. Böyle bir çağda böyle bir kalkışmanın yapılabileceğini hayal edince bile insanın aklı duruyor. Türkiye bugün bir beka sorunuyla karşı karşıyadır.O halde en kısa sürede, hızlı ve akıllı hareket ederek bu yaratılan tahribatın giderilmesi; eskisinden daha sağlam bir şekle kavuşması şarttır.
Bunun temel yolu da siyasi görüşü, düşüncesi ne olursa olsun toplumun bütün katmanlarının bunları bir kenara bırakıp, devletin bekası için vatan, millet, bayrak üçgeninde buluşmasıdır. Ülkeyi aydınlığa çıkaracak bütün kurumlarımızı temizleyip, tasarlamalı ve biran evvel bu belayı bertaraf etmemiz lazım.
Özgürlüğün bedeli uyanık olmaktır. Uyanık olmak zorundayız.